
Bilgisayar ekranında bir manzara. Sonbaharda bir orman görüntüsü. Ağaç yaprakları turuncuya dönmüş, yeşillik silinmeye yüz tutmuş. Değişimin izleri…Sonbahar mevsimi hüznü yansıtırmış ya…Her değişimin temelinde mutlaka hüzünlü bir geçiş hikayesi yok mudur ? Kim acısız sancısız değişmiş ki ?
Resim, sevdiğim bir ablamın ekran koruyucusu olarak ayarlanmış. Hemde bir MOR renk tutkunu kendisi.
” Senin mor rengini sevdiğin kadar bende turuncu rengini severim ” sözleri döküldü dilimden.
Sevmek…Alametini taşımaktır bir yönüyle. O, taşıyor. Giysilerinde, kullandığı eşyalarda hatta seccade ve tesbihi bile mor. Durdum düşündüm bugün. Seviyorum dediğim renkten neye sahibim ? Üzerimde bir alameti var mı hiç ? Ne turuncu tesbihim, ne seccadem ne de bir giysim var. O halde nasıl sevmek bu ?
Sonra, bir yazı okudum. Cüdane Cündioğlu’nun ” KABE’NİN İÇİNDEKİ MAESTÀ “
Diyor ki yazar son paragrafında ;
Bu fakire gelince, bendeniz, hayalinde, Kâbe’nin içindeki freskte kucağında yavrusuna sarılan Hz. Meryem’i, içine biraz sarı karışmış (turuncuya yakın) kırmızı bir harmanîyle tasavvur ve tahayyül ediyorum; yani hürmet ve ihtiramdan çok şefkat ve merhametin rengiyle…
Nezdimde şefkatin rengi turuncudur. İçinden sarıyı çekip alınız, karşınıza aşkın ve şehadetin rengi çıkacaktır.
Kırmızı, Hallac’ın rengidir çünkü. Ve dahî, Şems’in.
Ey talib, her makamın bir rengi vardır.
Rengini iyi seç! Makamınca seç!
Sonra yine üzerinde düşünmeye başladım.
Aşk ‘ ın rengi kırmızıysa, kırmızı dikkat çekici bir renktir. Uzaktan bile fark edilen. Aşık zaten her haliyle aşikârdır. İstese de gizlenemez, saklayamaz. Lisanı ile gizlese hâli gizlemez. Çıkaramaz, soyunamaz o hâl’den. Ne Hallac ne de Şems soyundu, ve dahi o yolda can verdiler.
Mavi renk, mesafenin rengiymiş. İster uhrevi yönüyle uzakta olan, yüce olan diye değerlendirin, ister Dünyevi yönüyle otoriteden gelen mesafeyi ele alın. İşadamlarının veya memuriyetle görevli olanların neden daha çok mavi rengi seçtikleri geldi aklıma.Gömlek veya takım olarak. Hatta ” Lacivert takımlılar ” diye de tabir edilirler.
Turuncu şefkatin rengiymiş. Bir daha düşündüm. Hiç şefkat ulu orta taşınan, göstere göstere gezdirilen bir duygu mu ? Kanımca değil. Konuşurken bile ” Ben çok mesafeliyimdir ” diyebiliyoruz. Fakat ” Ben şefkatliyim ” demiyoruz, diyemeyiz. Bir yanıyla enaniyetten kaçarız, diğer yanıyla övünmek gibi nahoş bir huya bulaşmak istemeyiz. Hatta, gerçekten şefkatli olup olmadığımızı ancak dışardan gözlemleyenlerin takdir buyurmalarıdır doğru olan. Yine, Allah’ın c.c dilemesiyledir güzellik namına her ne sadır olursa. O’nun tecellisine sahiplenmek herhalukârda edep dışı bir tavır olur.
Hiç şefkat olmadan AŞK’ a geçiş olabilir mi ?
Yine Şefkat duygusu ; gerektiğinde, şefkat göstermek icap ettiğinde ortaya çıkarılan, kullanılan ve gereklilik bittiğinde görünmezliğe bürünen bir duygudur. Hep vardır, hep pusuda beklemektedir. Bekler…Görev verildiğinde çıkar görevini yapar ve geri çekilip yine bekler. Belki bunun için Aşk kadar aleni değildir. Belki Aşk kadar kuvvetli olmadığından da olabilir. Aşk tamamen kötü huylardan arınmışlığın, tam bir teslimiyetin makamıysa, tüm güzellikleri cem ediyorsa turuncudan AŞK’ ın rengi kırmızıya dönüşmek için birkaç ton daha koyuluk gerek. Yine de o yolda olmak güzel, yakın olmak güzel.
Bugün öğrendim ki ;
Turuncu…Şefkat, AŞK’ a ulaşmakta duraklardan bir durak. Henüz menzile varmak için daha çok uzun bir yol var önümde.
İSRA DOĞAN
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...