Alevler yemin eşliğinde göğe doğru yükseliyordu.
– Asiye doğru söyle, sen mi çıkardın yangını ?
– Vallahi Hocam ben çıkarmadım.”
Kırk yemin de etse kâr etmiyor, Müdire Hanım’ı yangın çıkarmadığına inandıramıyordu bir türlü. Asiye o akşam safiyane bir halde sıra arkadaşına;
– Yatılı okul bana göre değilmiş, babamı özledim. Yangın çıksa da babam gelse demeseydi
şimdi hesap vermek zorunda kalmayacaktı. Çok pişmandı bu okula geldiğine.
Çam korusunun içinde yatakhane, sınıflar ve idare binasından oluşan bir yatılı okuldu. Tel örgüyle ayrılmış korunun diğer tarafında, Psikiyatri hastanesi görevlileri gezintiye çıkan
hastaları koğuşlara götürüyorlardı. Kendini İsa peygamber, Napolyon sananlar bile vardı. Koruda dip dibe yaşamak on üç – on dört yaşında olan öğrencilere önceleri ürkütücü gelse de zamanla alışmışlardı. Alışamadıkları tek şey, idarenin askeri disiplini aratmayan katı
kurallarıydı. Yat saati, yemek saati, etüt saati, şu bu saati… Sabahları nöbetçi öğretmen “koğuş kalk” diye bağırmasa da, çaldığı zil aynı emri veriyordu zaten. Diş fırçasını, havlusunu kapan yüz tane öğrencinin istikameti aynı anda banyo olunca sıra kavgası olmadan bitmez. Bir yatılı okulda yemek ve kahvaltı saatini kaçırmak, aç kalmak demektir.
O akşam sınıflara dağılmış ders çalışıyorlardı. Asiye, cezalı olduğu için evci iznine çıkamamış, arkadaşları evlerinden şen şakrak döndükçe huysuzluğu artmıştı. Mutsuz mutsuz camdan dışarıya bakıyordu. Çam kozalaklarının tıkırtısı, rüzgârın hırçın uğultusu bozuk olan sinirlerini iyice germiş, ailesini özlediğinden dem vuruyordu. Okul sireni çaldığında yangın tatbikat çağrısı sanıp söylenmeye başladılar.
– Bu saatte ne tatbikatı, yarın yazılımız var.
– Hocaların gazabı işte, inadına yapıyorlar.
Sükûnet hak getire. Sığınağa doğru telaşlı bir koşuşturma sonunda bahçeye gelen durmuş, kızgınlık yerini şaşkınlığa bırakmıştı.
– Tatbikat değil, sahici yangın !
Camlardan alevler çıkıyordu. Yatakhanede hasta yatan öğrenciler gecelikli pijamalı dışarı fırlamış. Ağlayanlar, bağıranlar, paniği körükleyenler. Kimi yanan kıyafetlerine üzüldü, kimi yastığının içine sakladığı parasına. Yatıştırmaya çalışan öğretmenlerin sesleri itfaiyenin uzaktan duyulan siren sesine karışmıştı.
İtfaiye ekibinde Asiye’nin babası da olunca yangın birden sabotaj ihtimaline dönüşmüştü.
Evet, istemişti. Yangın çıksaydı ve babası gelseydi. Çünkü kendini bildi bileli yangın neredeyse babası oradaydı. Sadece bir dilekti. Aradan geçen onca yıla rağmen bu hadise hiç unutulmadı. Ne zaman yatılı okuldan arkadaşlarını görse aynı soruyu sormadan bırakmazlar.
– Asiye doğru söyle, sen mi çıkarmıştın o yangını ?
İsra Doğan