Rabindranath Tagore hintli bir şair, düşünce adamı olmanın yanısıra hayatının son dönemlerini ressam olarak tamamlayan ve edebiyat dünyasında nobel ödülü almış panteist bir yazar olarak tanınmaktadır. Bahçıvan isimli şiir kitabında ölüme seslenişinde kullandığı bazı kelimeler dikkatimi çekti. Biraz bizde ki Hz. Mevlan’nın uslubuna da benzettim. O da ölüme ” Şeb-i aruz ” yani düğün gecesi gözüyle bakar, Allah’a c.c kavuşmak olarak gördüğü için ölümü severdi.
O kadar hafiften, kulağıma neden fısıldarsın , ey ölüm, ey benim ölümüm ?
Çiçekler boynunu büküp, hayvanlar ağıllarına döndüğünde, gizlice yanıma gelir, bana anlamadığım sözler edersin.
Uykulu bir fısıldama ve soğuk buselerle evlenme teklif edip,beni kazanmaya böyle mi çalışırsın, ey ölüm, ey benim ölümüm ?
Düğünümüz için şerefli bir merasim olmayacak mı ?
Kıvırcık, esmer buklelerini, çiçekten bir halkayla, yukarı kaldırıp bağlamayacak mısın ?
Önünde sancağını taşıyacak kimsen yok mu ? Kırmızı meşale ışıklarıyla, gece yanmayacak mı, ey ölüm, ey benim ölümüm ?
Borazanlarını çalarak gel, uykusuz gecede gel.
Bana kıpkırmızı bir ferace giydir,elimden yakala ve al götür beni.
Atları sabırsızlıkla kişneyen arabamn kapımda hazır bulunsun.
Peçemi kaldır ve iftiharla yüzüme bak, ey ölüm, ey benim ölümüm !
Rabindranath Tagore
Tasavvufi yönden tek tek ele alınmaya kalkılsa şiirin anlamı gittikçe derinleşiyor.
Acaba dedim, şiiri bir de bu bakış açısı ile okusam:
” Kırmızı meşaleler ” ” Kırmızı ferace ” kelimeleri ile aşk’ı temsil eden rengi kullanmış ,
” uykusuz gecede gel ” cümlesiyle uyanık olmayı ( gaflette olmama anını ) ,
” gece yanmayacak mı ” teheccüd zamanını, gece tefekkürünü,
” Peçemi kaldır ve iftiharla yüzüme bak ” cümlesiyle de razı olunmuş bir kişi olarak karşılanmayı ümit etmeyi dillendirmiş olabilir mi ?
Müslüman olmayan fakat Allah’ın c.c varlığına inanan ve barışçıl yönüyle bilinen Tagor’ a ait başkaca şiilerinden ve yazılarından alınan cümleleri irdelediğimizde yine sufizm anlayışıyla örtüştüğünü görebiliriz. Mesela;
“Karanlık gece ! Senin güzelliğini, ışığı söndürdüğü zaman sevgili kadının güzelliğini duyduğum gibi duyarım” cümlesi bizleri oyalayan dünya ve içinde barındırdığı herşeyden sıyrılabildiğimiz o vakitlerde yani gece yapılan tefekkürden, Allah’ı c.c düşünmekten alınan hazzı anlatıyor olabilir mi ?
Yine ;
” istediğin zaman lambayı söndür. senin karanlığını da tanır ve severim ” cümlesi bizde ki lutfunda hoş, kahrında hoş anlayışını yansıttığı gibi.
Yine ;
“kalbim, bir tek insana verilmeyecek kadar benim değildir.” cümlesinin bir kalpte iki sevgi olmaz hadisi uyarınca kalbimizde Allah c.c sevgisinden başka bir sevgiyi koymamamız gerektiğine dair benzeşen bir cümle değil mi ?
Duası bir müslüman duasına benzemiyor mu ?
” Allah’ım, bana sevinçlerimi ve üzüntülerimi kolayca kaldırabilecek gücü ver
bana fikre saygısızlık etmeyecek ve küstah kudretin önünde diz çökmeyecek gücü ver
bana başımı her günkü değersiz şeylerin üzerinde tutacak gücü ver“
Okuduğum bazı yabancı filozofların, bilgelerin ve düşünürlerin ” Akılla” en sonunda Allah’ın varlığını kabul ettiklerini, istikamet bulduklarını görebilsekte hem duası bu kadar güzel olan, hemde ölüme bu denli güzel seslenen şair Tagor’un deklare etmeseler de islamı kabul edip etmediklerini bilemeyiz. Rabbim yeter ki murad etsin, ibreti alem için adını kimlere zikrettirmiyor, kimlerin vesilesi ile duyurmuyor ki zaten… Bu da ” Hayret” ‘ in başka bir boyutunu yaşatıyor bizlere.
İsra Doğan