Sızın var mı ey talib?
Hiç sevdin mi mesela?
Bir kadını değil, bir insanı.
En azından kendini.
Bir kez.
Hakiki yoksulu.
Özledin mi?
Söyle, sen hakikaten hiç özledin mi ey talib?
Hiç öldün mü mesela?
Sızın var mı ey talib?
Hiç sevdin mi mesela?
Bir kadını değil, bir insanı.
En azından kendini.
Bir kez.
Hakiki yoksulu.
Özledin mi?
Söyle, sen hakikaten hiç özledin mi ey talib?
Hiç öldün mü mesela?
Bazı insanlar hayatı, duyguları doğru anlar ve doğru davranmayı büyük ölçüde başarırken, bazılarımız daha çözmeye ve öğrenmeye çalışırız. Emek vermek kuşkusuz tüm işlerimizde verim alabilmemiz için şarttır. İnsan ilişkileriyse en çok emek verdiğimiz alandır. İletişim noksanlarımızdan biri DİNLEMEK’tir. Herkesin hayata ve değerlere karşı bir yargıları vardır fakat kimse de kimsenin kopyası değildir. Bu sebeple yargılamadan dinlemek, kendi doğrularımızı dikte etmemek gerek. İslam dini nasihat olmakla beraber tasavvufun güzel bir öğretisi vardır. Kâl diliyle değil, hâl diliyle eğitim daha verimlidir. Yani söyleyerek değil tavırlarımızla, yaşayarak örnek olmak. Dinlemek konusuna dönersek Prof. Dr. Kemal Sayar Beyefendi şöyle açıklamış:
Dinlemek
Karşımızdaki insanının acısının, bizim de canımızı yakması gerekmektedir. Yaşamın, varoluşun getirdiği bir yükümlülüktür bu. Merhamet, bu noktada kendini belli eder. Karşısındakinin acısını azaltmak için taşın altına elini koyar insan. Ancak öncelikle dinlemeyi bilmek gereklidir. Hareket geçmeden önce, karşındakini varlığının tümüyle dinlemek, ona odaklanmak, onu anlamaya çalışmak gereklidir. Karşımızdaki insan dinlemenin bir faydası olmayacağını düşünebilir zaman zaman. Ancak hakikat öyle değildir. Bir başkası tarafından dinlenmek, anlaşılmaya çalışılmak en büyük ilacıdır ıstırabın. İnsan o zaman bir başkasının kendisine değer verdiğini, kendisi için çabaladığını fark eder. Dinlemek, en büyük paylaşım, en iyi müdahaledir böyle zamanlarda. Böyle zamanlarda kişi karşısındakinin sesine odaklanmalıdır ve kendi iç seslerini susturmalıdır. “Ben” aradan çıkmalıdır ötekini dinlerken. Hedef, sadece anlamaktır; karşıdakinin ıstırabını hissetmektir.
İsra Doğan
İsra Doğan
Erkeklerin kadınlara yönelik uyguladıkları şiddet eylemlerini birçok sebebe dayandırmaya, açıklamaya ve şiddeti önleme konusunda eğitimin şart olduğunu vurgulamaya çalışıyorlar.
Bir erkek bir kızın babasıdır, abisidir, eşidir. Yani en yakınındaki kişidir. Hem duygusal hem kan bağı olan. O halde neden kendilerini kontrol edemezler, ezip, şiddet uygularlar ?
Eğitimse çaresi, bunu eğitim görmüş erkekler de yapabiliyor. Demek ki daha derin, bilinçaltından gelen bir dürtü olmalı. Dürtüleri kontrol etmek zordur, hele de maneviyat ve emanet kavramını iyi idrak edememiş erkeklerde daha yaygın. Kısaca vicdanı körleşmiş kişiler daha fazla şiddete başvuruyor diyebiliriz.
İçgüdüsel olarak; Yaradanın kadına bahşettiği, lutfettiği doğurganlık yetisinin erkekleri hasetlik duygusuna ittiğini ve bilinçaltından gelen kendisinde olmayan, olamayacak olan yegane yetiden yoksun olmasının verdiği kıskançlıkla hased edip şiddette başvurabileceği ihtimali üzerinde yoğunlaştım. Olamaz mıydı ?
Birkaç saatlik araştırma sonucu bu savımın bir psikoanalizci tarafından da vurgulandığını buldum. Demek ki doğru iz üzerinde yönlendirilmişiz.
Sizlerle de paylaşmak istedim.
***
Neredeyse bütün toplumlarda kıskançlık duygusu vardır ve neredeyse tüm bireyler yaşamlarında az ya da çok kıskançlık duyarlar. Bazı yazarlara göre kıskançlık kültürel tutumlar ve alışkanlıklar tarafından belirlenen öğrenilmiş bir tepkidir (O’Neil and O’Neil, 1972 as cited in Hill & Davis, 2000). Kıskançlığın algılanması kültürden kültüre değişir. Kıskançlığa yatkınlık, o kültürdeki değerlerle, çocuk yetiştirme biçimleriyle ve aile bağlarıyla çok ilişkilidir (Bhugra, 2000). Kişinin sosyal çevresi, onun kıskançlığı nasıl algıladığı ve buna nasıl tepki verdiğini önemli ölçüde etkiler (Berscheid, 1994).
Psikoanalitik yaklaşım, kıskançlık ve hasetin temelinde seksüel dinamiklerin yattigini iddia eder. Freud, kıskançlığın homoseksüel dürtülere karşı bir savunma biçimi olduğunu öne sürer (Kaplan & Saddock, 1994). Psikoanalitik yaklaşıma göre çocukluk dönemindeki psikoseksüel aşamalar (özellikle fallik dönem) çocuğun kıskançlık ve haset geliştirmesini başlatır. Psikoanalitik teoride Freud’a göre kız çocuk 3-5 yaşlarındayken kendisinin cinsel organının erkeklerinkinden farklı olduğunu farkedip eksiklik duyar ve erkek cinsel organına haset eder. Daha sonraki bir başka psikoanalizci, Horney, daha sosyal bir içerik kazandırarak kızların haset ettiği şeyin cinsel organ değil erkeklerin toplumdaki pozisyonu olduğunu söylemiştir. Ona göre kadınlar erkeklerin toplumdaki başarılarını, otoritelerini, yetkilerini, gücünü kıskanır. Horney, sadece erkeklerin haset edilecek pozisyonda olmadığını; kadınların da doğurganlık özelliklerinden dolayı erkekler tarafından kıskanıldığını öne sürmüştür (womb envy). Horney’a göre erkeklerin bu kadar çok öne çıkmak, başarmak, yönetmek istemesi, aslında onların duyduğu bir eksiklikten kaynaklanır. Bu eksiklik doğurganlık yeteneklerinin olmayışıdır. Dünyaya yeni bir canlı getirme konusunda erkeklerin kadınlara oranla daha az rolü olması onların kadınların doğurganlıklarına haset etmesine neden olur (Cloninger, 2004).
Bilişsel model ise kıskançlığı belirli olmayan bilişsel bir hata (non-specific cognitive error) olarak görür. Bu modele göre kıskançlık algılamakla (perception) başlar, yorumlamayla (interpretation) devam eder ve davranışlara yansıyan veya yansımayan hislere (feelings) dönüşür (Constantine, 1976 as cited in Hill & Davis, 2000)
Konuyu daha etraflıca okumak isteyenler için link veriyorum.
Prof. Dr. Kemal Sayar